Susanna Tamaro deyince nedense aklıma
hemen Paulo Coelho gelir ve vica versa. Onları bir çift olarak
düşünürüm, Kuzey'de yaz olunca Susanna'nın Orvieto'daki
çiftliğinde “dört köpeği, on kedisi, on beş kırmızı
balığı, pek çok papağanı, beş kaplumbağası” vesaire ile
mutlu, huzur içinde yaşadıklarını, mızrak ve ot attıklarını,
badminton oynayıp, karate yaptıklarını hayal ederim. (ST'nun
yaptığı sporlardan bir kısmı.) Kış gelince, Güney'de
Brezilya'dadırlar. İsa'ya minnetlerini sunmak , dua etmek için
Rio'da yürüyerek Corcovado tepesine çıkarlar. Ancak bu hayalimin
gerçekleşmesi mümkün değil. Paulo karısından izin alarak
yaptığı Transsibirya kaçamaklarında genç Türk kızı Elif'le
flört etmektedir. Susanna'nın aşk hayatı hayran kitlesi
tarafından çok merak edilmekle birlikte yazarımız ser verip sır
vermemektedir.
Böyle bir birliktelik olsaydı daha
çok sıkılanın Paulo olacağından hiç şüphe etmem. Zira
kendisi iyi bir masalcıdır, hikâye anlatmasını bilir. Susanna
için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Birkaç içi boş kavramın
etrafında ürettiği ve sürekli aynı sakızı çiğnediği
metinleri ile küresel bir ün ve hatırı sayılır bir servet
edindiğini düşünürüm.
Susanna'ya sevgili tanrısı öncelikle
çok artistik bir isim bahşetmiş; o da zekâsı ile bu isme eşlik
edecek harika bir reklam sloganı üretmiş: Yüreğinin Götürdüğü
Yere Git! Bu çerçevede kendisini geçtiğimiz yüzyılın en
başarılı tek kişilik reklam ajansı olarak değerlendiririm.
Yüksek satış rakamlarına ulaşan kitaplarının ortaközelliği,
isimleri ile tüm içeriğini özetleyebilmeleridir, “Yüreğinin
Götürdüğü Yere Git” başlığını okuduktan sonra kitabı
okumanıza gerek yoktur, zira kitapta zaten sadece bu
anlatılmaktadır. Keza “Sevgili Mathilda, İnsanın Yürümesini
Dört Gözle Bekliyorum” kitabı da Mathilda'ya yazılmış
mektuplardır ve Tamaro bu kitabında insanın yürümesini dört
gözle beklediğini anlatır. Bazılarınızın bu satırları
okurken içinizden “kıskanç!” diye haykırdığınızı duyar
gibi oluyorum. Haklısınız, kıskanıyorum, isim konusunda ben de
fena sayılmam, Hayati Roman, daha ne isteyeyim; ama henüz
Tamaro'nunkiler gibi bir kitap başlığı bulamadığım için ünden
ve paradan nasibimi alamıyorum. Olacak inşallah!
Büyük ve örnek insan, ruhani
önderimiz Tamaro hanımın son kitabı “Var Olan Ada” yı
okurken (kitap ismi konusunda iritifa kaybı!) aklıma Sabit Fikir'de
tanıttığım bir başka kitap geldi: Michael Löwy ve Robert
Sayre'nin ortak çalışması “İsyan ve Melankoli, Moderniteye
Karşı Romantizm “ Yazarlarımız bu enfes çalışmada şöyle
derler: “Romantizm, modernitenin, yani modern kapitalist
uygarlığın, geçmişteki (prekapitalist, premodern) değer ve
idealler adına eleştirisini temsil eder. Romantizmin başından
beri ikili bir ışıkla, isyan yıldızının ve “melankolinin
kara güneşi”nin (Nerval) ışığıyla aydınlandığını
söyleyebiliriz.” Tamaro'yu da tutucu bir romantik olarak
tanımlamakta beis görmüyorum. Hatta “melankolinin kara güneşi”
tanımlaması adeta onun için üretilmiş. Ancak Tamaro'da modern
kapitalist uygarlığın tutarlı ve esaslı bir eleştirisini aramak
beyhude bir çaba. Bir kapitalist sistemin varlığından haberdar
olduğu ve şikayet ettiği hususların önemli bir kısmının bu
olgu ile ilintili olduğun farkında bile olmadığını anlıyoruz.
İnsanın yazarlık kariyerinde SMİYDGB
gibi bir kitap varken tutup aynı malzemeyi yeniden karıştırıp
sunmasının ne anlamı var diye soruyoruz. SMİYDGB'nin ülkemizde
hatırı sayılır satış rakamlarına ulaşmış olduğunu
düşününce insanın aklına bir de şu soru geliyor: İtalya'da
Famiglia Cristiana (Hristiyan Ailesi) dergisi editörlerinin yoğun
isteği ile yazılmış, önce o dergide yayınlanmış olan bu
mektupların Türkiyeli okurdan gördüğü ilgi, okur kitlemizin
katolikliğin güncel sorunları ile çok yakından ilgilendiğine mi
işaret etmektedir, yoksa okuduklarını anlamadıklarına mı?
Bir tutarsızlık abidesi olarak
düşünebileceğimiz “Var Olan Ada” benzer biçimde İtalya'da
kilisenin sorunları, kutsallığın kaybı, geleneklerin yok olması,
her şeyin pek mükemmel olduğu o eski günlerin yerini korkunç
günlerin alması temaları arasında dönüp duruyor. Tamaro her
türlü sorunumuzun çözümünü bilen örnek bir insan. Bize
sürekli olarak kendi mükemmel yaşamından örnekler sunuyor. Bu
müthiş kitapları ile edindiği servetin bir sonucu olan çiftlik
evindeki doğal yaşamını bizler gerçekleştiremediğimiz için
bizlere sitem ediyor. Oysa, tam tersine bu yaşam tarzını ona
sunmuş olan bizlere sürekli olarak teşekkür etmesini beklerdik.
Her tutucu, muhafazakar romantik gibi
Tamaro için de bir yitip gitmiş bir Altın Çağ var. O Altın
Çağ'da her şey başkaydı, aile aile gibiydi, insanlar kutsiyete
inanır ve karıncayı bile incitmezdi (haçlı seferleri,
engizisyon, hepsi Ergenekon'un uydurmaları), efendim doğa doğa
gibiydi, vs. Oysa ya şimdi, ya şimdi, bizler şuursuz kitleler, suç
tek tek her birimizde olmak şartı ile kutsallığı yitirmiş,
insana, doğaya saygısını kaybetmiş zavallılarız. Tek kurtuluş
çaremiz Tamaro'nun uzattığı yardım elini tutarak sevgi, hoşgörü,
enerji, ışık ve benzeri sözcükleri durmadan tekrarlayarak
hidayete ermek ve bu bataklıktan çıkmak!
Bir makaleler toplamı olan kitapta
neredeyse her makale bir öncekini inkâr eder nitelikte. Bu yeni
orta çağın kıymetleri kendilerinden, orta çağın kölelerinin
tevecühünden kaynaklı sahte peygamberlerin söylemleri o kadar
tutarsız ki çökmesi için üç sayfa yazmaları yetiyor. Bir
sayfada modern yaşamın gelenekleri nasıl da öldürdüğünden, o
geleneklerin yok olmasının insan ruhunu nasıl da
fakirleştirdiğinden dem vuran sahte peygamberimiz, birkaç sayfa
sonra Paskalya nedeni ile kesilen kuzular için ağıtlar yakar.
Avrupa'da tarımda azalan nüfus, işgücü yokluğu, fiyat düşüklüğü
nedeni ile toplanmadan ağaçta kalan meyveler için gözyaşları
dökerken, mezbaha sisteminin acımasızlığından dem vurur. İnsan,
oyunun kurallarını belirleyen kapitalist sistemin abece'sinden
habersiz olursa, biteviye saçmalayabilir. Örgütlü hayvan üretimi
ve bunun son istasyonu mezbaha sistemi kapitalist için hâlâ kârlı
olduğundan yaşamaktadır, ağaçtaki şeftali ise kapitalist için
artık bir değer ifade etmez, çürüyebilir. Ama elbette Tamaro'nun
dünyasında bütün bunları açıklayacak sözcükler öyle “izm”li
sözcükler olamaz hatta Bebek İsa'ya yazdığı, kitabın son
bölümü olan dilekçede, ondan insanlığı bütün “izm”lerden
kurtarması için yardım ister. İtalya'da eğitim sisteminde
yapılmak istenen değişikliklere karşı protesto gösterisi yapan
öğrencileri ise “özgün ve eleştirel bir düşünce yapısı”
geliştirememiş olmakla suçlar. Yani sokakta gösteri yapmak yerine
kiliseye gidip mum yakmaları ya da kırlarda badminton oynamaları
gerekirdi, diye anlıyoruz.
Tamaro kendi ifadesi ile lüks ve
tasarım eşyalardan hoşlanmaz, dolayısıyla kitabı alarak
yapacağınız katkıların bu tür gereksiz harcamalarla heba
edilmeyeceğinden emin olabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder