2012'nin son büyük sürprizi
Ulysses'inin yeni bir çevirisinin yayınlanması oldu. Kimilerince
20. yy'ın en önemli edebiyat eseri addedilen Ulysses'in ilk
çevirisi Nevzat Erkmen tarafından yapılmıştı (1996, YKY).
Armağan Ekici'nin Türkçeleştirdiği yeni Ulysses, Bülent
Erkmen'in albenili tasarımı ile Norgunk tarafından basılmış.
Kütüphanenize yakışacak şık bir kitap. Ulysses yayınlandığı
günden beri tartışmaların ve incelemelerin odağında. Bunun bir
nedeni, James Joyce'un bilinçli olarak edebiyat çevrelerini,
profesörleri yüzyıllarca meşgul edecek bir metin üretme
iddiası. İkincisi ise basım macerası. Önce bir Amerikan
dergisinde bölüm bölüm yayınlanır, sonra müstehcenlik
suçlaması ile yayını durdurulur. Kitap olarak ilk basımı ise
1922'de Paris'te gerçekleşir. Ancak Paris'te kitabı Joyce'un
karmakarışık ve okunması zor el yazısından dizen dizgiciler tek
kelime İngilizce bilmemektedir. Joyce'un artan görme problemleri de
provalar üzerinde sağlıklı bir çalışma yapmasına engel olur.
Sonuç olarak bu sancılı doğum süreci çok sayıda farklı
Ulysses baskısının ortaya çıkmasına neden olur.
YKY baskısında çevirinin yapıldığı
orijinal metinle ilgili bilgiye ulaşabiliyoruz: Random House, 1986
baskısı. Ancak nedense Norgunk bu bilgiyi okurlarından esirgemiş.
Yayınevinden öğrendiğimize göre kaynak metin 1993'te
yayınlanan Oxford World's Classics / Jeri Johnson metni. Bunun aynı
zamanda mizanpaj olarak birinci basımın tıpkı basımı olduğunu
öğreniyoruz. Bu özelliği ile de YKY baskısından çok farklı
bir baskı var elimizde. Elimizde iki çeviri olduğuna göre,
hangisini okumalı? Ulysses'in kendisi ile başımız belada iken
şimdi bir de alternatif çeviri problemimiz oldu. Söyleşilerinden
Ekici'yi Ulysses'i yeniden çevirmek gibi çılgınca bir maceraya
sürükleyen motiflerden birisinin de bu olduğunu öğreniyoruz.
Yani Ulysses'in aslında sıkıcı, tatsız bir metin olmadığı,
tam tersine hınzırlıkları, oyunları, Joyce'un içine gömdüğü
dehası ile keyifli bir metin olduğunu gösterebilmek. Lafı çok
uzatmadan, bir yargıya da varmadan (varamadan demek daha doğru
olur, zira elimde orijinal İngilizce metinler yok; ayrıca metinler
olsa da çevirilere kıymet biçme yetkinliğine sahip değilim) Aynı
cümlelerin bu iki çeviride nasıl çevirildiklerini birkaç örnek
ile aktaralım. Belki okuyucularımızın “hangisini okuyalım?”
sorusu için bir nebze olsun faydalı olur. İlk örnekler Erkmen,
ikinciler Ekici çevirisidir. Farklılıkları bulmak için bir çaba
gösterilmemiştir.
“Sarman,
Babaç Buck Mulligan, üzerine bir aynayla ustura haçvari konulmuş
tıraş sabunu köpüğü dolu tasıyla merdiven başında belirdi.”
(32)
“Oturaklı,
toraman Buck Mulligan, merdivenbaşından dışarı çıktı,
üzerinde, bir aynayla usturanın haç gibi çaprazlandığı sabun
köpüğü dolu bir tası yüklenmişti.” (9)
“Görülebilenin
kaçınılmaz kipliği: En azından bu, gözlerimin düşüncesi.
Burada okuyadurduğum her şeyin, yaklaşan meddin getirdiği
denizcanlılarının ve denizkazının, şu partal pabucun imzaları.”
(67)
“Gözle
görülenlerin kaçınılmaz modalitesi: en azından bu, eğer daha
fazlası değilse, gözlerim aracılığıyla gelen düşünce. Tüm
nesnelerin imzalarını okumak için buradayım, denizdölü ve
denizölüsü yosunlar, yaklaşan gelgit, şu paslı pabuç.” (42)
“Mr.
Bloom ölçülü adımlarla Sir John Rogerson rıhtımı boyunca
vinçlerin yanından ilerledi. Windmill Lane'i, Leask'in keten tohumu
ezimevini ve postaneyi geçti.” (102)
“Mr.
Bloom, Sir John Rogerson Quay boyunca yük arabalarının yanından
açık bir zihinle yürüdü. Windmill Lane'i, Leask'in keten tohumu
presini ve postaneyi geçti.” (74)
“İRLANDA
BAŞKENTİNİN KALBİNDE Tramvaylar Nelson sütununun önünde
yavaşladılar, döndüler, cereyan kollarını değiştirdiler.”
(151)
“HİBERNİYA
BAŞŞEHRİNİN KALBİNDE Nelson sütununun önünde tramvaylar
yavaşladılar, makas değiştirdiler, boynuzlarını başka hatta
taktılar.” (117)
“Ananaslı
akideşekeri, limonlu belik, yumuşak karamela. Her yanı yapışyapış
şeker bir kız bir hıristiyan kardeşin tabağına kepçe kepçe
kremalı bir tatlı dolduruyor.” (187)
“Ananaslı
bonbon, limon şekeri, tereyağlı İskoç şekerlemesi.
Şekersaksaklı bir kız bir hristiyan birader için kepçe kepçe
şekerleme dolduruyor.” (148)
“EKSİLEN
RAKAMLAR KART KOKOROZLARI PEK KEYİFLENDİRDİ. ANNE ÇALAK FLO
SARSAK – AMA HAKSIZ MI YANİ ONLAR?” (186)
“EKSİLMİŞ
UZANTILAR NEŞELİ NİNELERİ PEK KIKIRDATTI. ANNA VINGIRDARKEN FLO
ZANGIRDADI. - OLACAK O KADAR, DEĞİL Mİ?” (147)
“Çelebi
Kuveykır kütüphaneci, sadra şifa vermek niyetiyle, onlara doğru
tatlı tatlı mırıldandı.”(223)
“Kibarca,
onları teskin etmek için, Quaker kütüphaneci kedi gibi
guruldadı.” (180)
“Pek
muhterem başrahip John Conmee S.J. kilisedeki kapalı bölmesinden
aşağı inerken ışıltılı saatini gene iç cebine yerleştirdi.”
(260)
“Yüksek
rütbeli, pek muhterem peder John Conmee S.J. Ruhban bölmesinin
basamaklarını inerken pürüzsüz saatini geriye, iç cebine
koydu.” (214)
“Altın
ile bronz atnallarının çeliktıngırtısını işittiler.
Küstahtah tahtahtah.” (298)
“Sırmanın
yanında kızıl naldemirlerini duydular, çelikçınçın.
Münüüfübütfüf tfftfftff.” (249)
“Arbour
Hill'in köşesinde D.M.P.'den baba Troy'la laflayıp vakit
geçiriyordum kin, hay Allah manyak bi baca temizleyicisi geldi de
süpürgesinin sopasını az daha gözümün içine sokayazdı.”
(337)
“Dublin
Emniyet Teşkilatı'ndan bizim Troy'la şurda Arbour Hill'in
köşesinde azcık vakit öldürüyordum ağbi Allahın belası bir
baca temizleyicisi çıkıp gelmez mi, az kaldı edavatını gözüme
sokayazdı.” (284)
“Deshil
Holles Eamus. Bize o mihr-i dirahşanı, nur-i ilahiyi gönder,
Horhorn, hayatbahşeden, meyvedar rahmi.” (431)
“Deshil
Holles Eamus. Gönder bize, parlak tanrı, ak tanrı, Bobohorn,
canlananı ve rahimmeyvesini.” (369)
“Genelevin,
tramvayların parkesiz yan manevra hatlarındaki çıplak raylarla
yeşilli kırmızılı ışıltıların ve tehlike işaretlerinin yer
aldığı ön tarafındaki Mabbot Street girişi.” (478)
“Geceköyün
Mabbot Street girişi, girişin ön tarafında tramvayların kaldırım
taşları döşenmemiş, iskelet halindeki raylardan ibaret, bataklık
yalazından kırmızı yeşil ışıkları ve tehlike levhaları olan
manevra hattı uzanmaktadır.” (411)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder