25 Eylül 2011 Pazar

Orhan Pamuk - Yaşar Kemal , Zamansız Bir Karşılaşma

Sıddık Akbayır çalışkan bir araştırmacı. Kitaplarının hak ettiği ilgiyi görmediğini düşünüyorum. Kitapları ile tanışmam, tadı halâ damağımda olan, çok beğendiğim çalışması "Bir Fotoğrafınız da Ben de Kalmış" ile olmuştu. Maalesef ikinci baskısı yapılmadı. Eşe dosta hediye etmek istediğim kitaplardan birisidir; o yüzden elimdeki tek kopya sürekli seyahat halinde. Döner mi dönmez mi, dönerse nasıl döner bilmiyorum. Şair Haydar Ergülen'i incelediği "Şiir Adımlı Bir Yolcu"nun da yeni baskısı yok. Yeni baskıları yapılır mı, yapılmaz mı bilinmez. Dolayısıyla bu yazının konusu olan "Orhan Pamuk Yaşar Kemal Zamansız Bir Karşılaşma" başlıklı çalışmasını aldınız aldınız, yoksa bir daha bulamayabilirsiniz. Ayrıca Nazım Hikmet ve Necip Fazlı karşılaştırması yaptığı "Aynı Göğün Uzak Yıldızları", Turgut Uyar portresi olan "Biz Ki Bir Sahipsiz Hatırayız", müziğe de el atıp Orhan Gencebay – Sezen Aksu'yu incelediği "Tütün ve Kola" her ciddi edebiyat okuru ve müzik aşığının kütüphanesinde mutlaka bulunması gereken incelikli, özenli, detaylı çalışmalar. En yeni incelemesi ise öykücü Özcan Karabulut hakkında: "Öyküler Kimi Söyler? Özcan Karabulut".

Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk edebiyatımızın zirvesindeki, en çok tartışılan, konuşulan isimlerinden ikisi. Uzun yıllar boyunca beklentimiz Yaşar Kemal'in bir Nobel ödülü alacağı doğrultusundaydı. Sonra yeni yetme romancı Orhan Pamuk büyüdü, romanlarını yayınladı. Sistemli ve planlı bir çalışma ile romanlarının değişik dillerde yayınlanmasını sağladı. Çok sayıda prestijli ödülden sonra Nobel'i de alarak bir bakış açısına göre bir romancının ulaşabileceği en yüksek zirveye bayrağını dikmiş oldu. Tabii bu ödül, o günden bu güne bitmeyen, pek bitecek gibi görünmeyen bir tartışmayı da beraberinde getirdi: Orhan Pamuk bu ödülü gerçekten hakediyor muydu, yoksa siyasi tavrı, demeçleri vs. Nedeniyle "Türk ve Türkiye düşmanlarınca" ödüllendiriliyor muydu?

Akademik çalışmalarda rastlanan karşılaştırmalı inceleme yöntemini, Akbayır biraz daha hafifleştirip, zenginleştirerek uyguluyor ve çok da iyi yapıyor. Bunun sonucunda titiz bir arşiv çalışmasının sonucu olan, tarihe kalacak derlemeler oluşuyor. Bu tür ikili veya çoklu ("Bir Fotoğrafınız da Ben de Kalmış") karşılaştırmalar üzerine inşa ettiği çalışmaları sanırım monografilere göre ortalama okuyucunun daha kolay okuyabileceği ve keyif alacağı metinlerin ortaya çıkmasını sağlıyor.

Akbayır, Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal'i karşılaştırdığı çalışmasını ilginç başlıklar altında yapıyor: Trajedi, Gözlük, Giysi, Ev, Kompleks, Cümle, Vatan Hainliği, Atatürk, gibi... Ama bunu yaparken kendi mesafesini mümkün olduğunca korumaya, tarafsız olmaya, yazarların kendi metinlerinden, haklarındaki eleştirilerden, gazete haberlerinden, söyleşilerden yararlanıyor. Bunun sonucunda da hiçbir yerde bulunamayacak zenginlikte bir derleme, ve keyifli bir okuma şöleni çıkıyor ortaya. Bir kaç örnek verecek olursak:

"Orhan Pamuk; trajedisiz, 'beyaz' bir romancıdır. Üvey acılar içinde, kurgulanmış hüzünler yaşar. 'Tek parti dönemininde devletten ihale alma imtiyazını yaşayarak zengin olmuş' bir babanın talihli çocuğudur.'

Yaşar Kemal; 'yetimlik', 'kekemelik' ve 'tek gözlülük' trajedisini bir yara olarak romanlarına taşıyan 'güneyli' bir 'esmer'dir. Yoksulluğu bütün yüzleriyle tanıyan, içinde hep 'eksik bir baba'yla büyüyen talihsiz (!) bir çocuktur."

Yazma biçimi ile ilgili olarak ise: "Orhan Pamuk; ilham gelmesi için evinin salonunda volta atar. Mutlu olabilmesi için her gün bir süre edebiyatla ilgilenmesi gerektiğini düşünür.

Yaşar Kemal; eski bir alışkanlığı sürdürür, yani 'mapushane voltası' atar. Mutlu olabilmesi için her gün birkaç dostuyla sohbet etmesi gerektiğini düşünür.

Orhan Pamuk; bir cümle yazar, okur beğenmez, yırtıp atar, sonra yeniden yazar. Her gün on saate yakın odasına kapanıp iyi bir yarım sayfa yazının izini sürer.

Yaşar Kemal; daktilonun tuşlarına savaşır gibi vurur. Gürül gürül yazar. Bir oturuşta birkaç destan sayfası çıkarır. İnce Memed'i buz gibi bir evde üç ayda bitirir."

Kitapta her iki yazar hakkında popüler yayınlarda çıkmış yazıların en önemlileri, farklı uçlardaki örnekleri de yer alıyor. Ahmet Hakan'ın, Murat Uyurkulak'ın, Cumhuriyet yazarlarının Orhan Pamuk değerlendirmeleri gibi...

Kitabın son bölümünün başlığı "İki Yazar İki Kitap". Akbayır, Pamuk'un Yeni Hayat'ını ve Kemal'in "İnce Memed"ini ayrı ayrı mercek altına yatırıyor, aynı yöntemi her iki romana da uyguluyor.

Bir de Akbayır'ın beden dili ve kişilik bölümünün başlangıcında, hep yaptığı gibi başka edebi metinlerden de besleyerek bir edebi şölen haline getirdiği, betimlemeleriyle bakalım bu iki büyük romancımıza:

"Orhan Pamuk; 'kentsel beslenmeden yeni çıkmış, narin, uzun gövdesiyle' bir jöndür. Adımlarında, Ediz Hun, Tarık Akan karışımı kentsoylu bir 'esas oğlan'ın inceliği vardır.

"Yaşar Kemal; 'hüznünde âsi dağların şivesi bozuk dumanını taşıyan' bir karakter oyuncusudur. Görüntüsü, Kadir Savun'la Erol Taş arasında bir yerdedir."

Akbayır'ın bütün çalışmaları gibi keyifle, bilgilenerek okunan, sonra tekrar tekrar karıştırılan arşivlik bir çalışma. Özellikle bu iki romancının hayranlarına şiddetle tavsiye edilir.

8 Eylül 2011 Perşembe

Cem Kozlu'dan liderlik dersleri

İş dünyası ve yönetim ile ilgili popüler kitaplar, her zaman ihtiyatlı yaklaşılması gereken bir alan oluştururlar. Daha açık söylemek gerekirse bu kitapların büyük çoğunluğu beş para etmez. Moda, reklam ve tüketim kavramlarının egemenliklerinin hüküm sürdüğü bu çağda zaman zaman ortalığı kasıp kavuran bir sihirli reçete ortaya atılır. Bir tür çağdaş simyacılık. En sonunda satışları patlatmanın kesin yolu bulunmuştur, bir diğeri ise çalışanın mesaisini en verimli kullanma yöntemini keşfetmiş, iş gücü verimliliğini aya taşıyacak bir formül üretmiştir. Şirketler, yöneticiler, tıpkı bireysel tüketicinin yeni bir elektronik aletin peşine takılması gibi bu reçetenin peşine takılırlar. Kitaplar yüz binler satar, reçeteyi uygulama iddiasında olan danışmanlık veya eğitim şirketleri ortaya çıkar; ‘4 adımda deveye hendek atlatma’ , ‘yeşil köstebek’, ‘müşteriye ohhh dedirtme’ gibi eksantrik başlıkların markaya dönüştüğü bile görülür. Bu eğitimleri ABD’nin en büyük şirketlerinin bile aldığını öğreniriz, biz de onlar gibi olmak isteriz ve sıraya gireriz. Senede bir iki defa bu müthiş gurular ülkemize gelerek bize şeref bahşederler ve kendi çaplarına göre katılımcı başına 300-500’den 3000-5000 ABD dolarına kadar çıkabilen ücretlerle takipçilerini aydınlatırlar.

Sonra her şey yavaş yavaş unutulur. Her birisi için yüzlerce dolar ödenmiş süslü kitapçıklar, setler dolapların arkalarına itilir, bir bahar temizliğinde de çöpü boylarlar. Bir zamanlar tuhaf rakamlara satılan kitaplar eski kitapçıların ne alırsan 2-3 TL raflarında umutsuz bir bekleyişe düşerler. Lüks gazinolardan pavyonlara düşen şarkıcılar gibi. Tam bu sırada yeni bir fırtına esmeye başlar: RTKY-MH3TA yöntemi: ‘Rakipleri Ters Köşeye Yatırmak – Müşteriye Havada 3 Takla Attırmak’


Bu türün bir alt kategorisi de iş dünyasında başarılı oldukları düşünülen, kendisi öyle olduğunu düşünen, çevresinin gazına gelen vs. deneyimli iş adamları / yöneticilerin yazdıkları kitaplardır. Bunların kimileri otobiyografik nitelikte olup şirketlerini nasıl kurduklarını anlatırken, bir kısmı da (GM’ın efsane yöneticisi Jack Welsh ya da Bill Gates örneklerinde olduğu gibi) kendi isimleri ile anılan yöntemler üzerinedir. Elimizdeki kitap da bunlardan birisi. İş hayatına ABD’de NCR’da başlayan, sonra P&G’de çalışan, Coca Cola’daki üst düzey görevlerinden sonra Türkiye’de Komili’nin başına geçen ve Turgut Özal’ın genç prenslerinden birisi olarak THY’ye atadığı Cem Kozlu’nun “Liderin Takım Çantası – Araçlar ve Yaklaşımlar” başlıklı kitabı. Elimizdeki nüshanın üzerinde 10. baskı yazdığına göre Türkiye koşullarında gayet iyi bir satış grafiği yakaladığı söylenebilir.


Kozlu, kitabında kendi deneyimleri çerçevesinde liderlik olgusunu tartışıyor. Liderlik tartışılması zor bir konu. Özellikle de iş hayatında liderlik konusu. Nitekim Kozlu da bu konudaki literatürün zayıflığından dem vuruyor. Yukarıda söz ettiğimiz pop kitapların dışında özellikle akademik camiada az irdelenmiş bir konu. Üstelik tehlikeli bir konu da.


Pompalanan başarı öyküleri


Ancak bu konunun Kozlu’nun da kıyısından geçmediği esaslı bir boyutu var: Sınıfsal boyut. Liderlik konusu tartışılırken kullanılan klişelerden birisi de bu özelliğin bireylerde doğuştan gelip gelmediğidir. Bizce daha önemlisi doğumdan sonraki ya da doğulan ortamın koşullarıdır. Özellikle bilgisayar endüstrisindeki ‘sıfırdan’, ‘garajdan’ yaratılan başarı öyküleri pek pompalanır, ama sıfırdan gelen bu tüysüzlerin sınıfsal kökenleri, aile ortamları, kültürel çevreleri, bitirdikleri ya da yarım bıraktıkları okulların niteliği pek dikkate alınmaz. Sanki gerçekten en dipten, gerçek sıfırdan geliyorlarmış gibi bir atmosfer yaratılır. 2. Savaş sonrası Amerikan rüyası kavramının 1980-90’lardaki versiyonudur bu. Oysa ne Silicon Vadisi’nde ne da başka bir yerde çok az rastlanan istisnalar dışında iyi bir aile ortamında yetişmemiş, iyi okulların kapısından geçmemiş olup da küresel ölçekte yırtana ya da lider olana pek rastlanmaz. Nitekim Kozlu’nun kitabın içine serpiştirilmiş yaşam öyküsünden de kendisini lider adayı yapacak koşulların yaşamında eksiksiz bir biçimde var olduğunu öğreniyoruz. Çocukları ile çok ilgili, münevver, hali vakti yerinde, deniz ve yelken dahil olmak üzere değişik hobileri olan bir bankacı babanın çocuğu olarak dünyaya gelen, babasının ‘koçluğunda’ yetişen Kozlu, doğuştan gelen bu artıların üzerine bir de iyi bir eğitimi ekleyince, kendi iştahı da olunca,Tanrının ilaveten ‘yürü ya kulum’ demesine bile ihtiyaç duymaz. Dolayısıyla siz de Kozlu ile benzer koşulları paylaşıyorsanız, yani potansiyel bir lider adayı iseniz, liderlerin sınıfındansınız, kitapta işinize yarayacak öneriler bulabilirsiniz, yok başka bir yerde doğdu ve büyüdü iseniz okuyacağınız hikâye başkalarının hikâyesidir.

Öte yandan konunun bir başka boyutu var: Her ne kadar yazının başında özellikle pop kitaplara verdik veriştirdik ise de organizasyon, örgütlenme, üretim, dağıtım teknikleri, pazarlama-satış, genel olarak strateji, taktik geliştirme konularında kapitalist iş dünyası son 30-40 yılda müthiş bir teorik-pratik birikim gerçekleştirdi. Ülkemizden de bildiğimiz gibi (eski solcuların değişik sektörlerde yönetici, girişimci olmaları) bu birikime soldan epeyce teorik ve pratik katkı geldi. Bir zamanlar siyasi örgütlenme, mücadele içinde edindikleri becerileri kapitalizmin hizmetine sundular. Kapitalizmin teorisyenlerine bakmayınız, çok kurttur onlar, solun birikiminden de faydalanırlar ama iş siyasete geldi mi anti-komünizmin en önde giden bayraktarı olurlar. Bu süreçte solun unuttuğu konu, kapitalizmin bu birikiminden kendisi adına faydalanmak. Marx’ın, Engels’ın, Lenin’in teorik katkılarını gerçekleştirirken yaptıkları da bundan farklı değildi. Sol siyasi hareketlerin bu kitaplardan öğrenecekleri çok şey var, mesela Peter Drucker. Kafalarını kaldırıp, dünyada son 30-40 yılda neler oldu, kapitalizm yediği tüm darbelere rağmen sürekli nasıl ayağa kalkmaya çabalıyor, bunu anlamaları gerekiyor.


Profesyonel yönetici sınıfının yetkinliği


Sonuca gelince, yazdıklarından Kozlu’nun ideal ve iyi bir yönetici olduğunu anlıyoruz. Meraklı, gelişime açık, egosuna teslim olmayan, cam kulede değil, sahada nefes almayı tercih eden, iş dünyasının dar kalıplarının dışına taşıp, sanat kültürle de haşır neşir olan, burjuva kavramının altını, arkasını dolduran bir profil. Mutlaka okuyun diyeceğimiz düzeyde, orijinallikte olmasa da konuyla ilgili literatürü çok iyi izlemiş, iş dünyasında gerçekten başarılı olmuş bir yöneticinin, içeriğini biliyor olsanız da bilgilerinizi tazeleme olanağı verecek bir çalışması. Özellikle İyi Lider - Kötü Lider bölümleri kayda değer. Kişinin kendi becerilerini ve yeteneklerinin sınırlarını anlamaya çalışması ve buna uygun mevkilere/işlere adaya olması konusu her çalışan, hatta kâr amaçlı olsun olmasın, her türlü örgütlenme içinde yer alan bireyler açısından çok önemli. Zira kişinin altından kalkamayacağı yüklerin altına girmesi sadece kendisine değil, tüm çevresine de ağır hasarlar verir.


Aslında kitaptan en fazla yararlanabilecek kesim, bir şekilde bir iş yaratmış para kazanmış, ama lider olmayan ve lider olamayan patronlar. Onların liderlik taslamayı bırakıp bir an önce gerçek liderler bulmaları gerekiyor ama ne yazık ki çok kolay bir süreç değil bu. Kozlu’nun kitabı samimiyeti ve yerelliği ile benzerlerinin arasından sıyrılıyor ve Türkiye’de profesyonel yönetici sınıfın eriştiği yetkinlik seviyesinin bir göstergesi oluyor.

4 Eylül 2011 Pazar

Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?

Perec okumak her zaman sarsıcı, etkileyici, fantastik bir maceradır. Perec'in dünyası adeta büyükler için bir lunaparktır. Dilin, romanın, edebiyatın sorgulandığı, büyük bir edebiyat tutkusunun sergilendiği metinlerdir bunlar. Neredeyse tüm romanlarında otobiyografik ögeler egemendir. Sigara tiryakisi Perec'in henüz 45 yaşında iken bronş kanserinden ölmesi ne kadar büyük bir kayıptır. Üstelik Magnum Opus'u Yaşam Kullanma Kılavuzu'nun 1978'de yayınlanması ile kazandığı başarı sayesinde 17 yıldır çalıştığı bir hastane laboratuarındaki arşivcilik görevinden ayrılması (bazı eleştirmenler bu arşivcilik işinin Perec'in geliştirdiği stil üzerinde etkisi olduğunu iddia ederler), tüm zamanını edebiyata verebilmesinin mümkün olmasının üzerinden henüz üç yıl bile geçmemişken...

Hayata çok şanssız başlayan insanlardandır Perec. Fransız ordusunda asker olan babası 2. Dünya Savaşının başlarında ölür, annesi ise Nazi toplama kamplarının kurbanlarından birisi olur. Bu ağır geçmişin izleri metinlerinde kesif koyu bir karanlık gibi yayılmasa da her daim bir melankolinin izerini hissetmek mümkündür.

Bir diğer başyapıtı Kayboluş'un Türkçe baskısını tanıtım metninde belirtildiği gibi Perec'in Fransızca'da en çok kullanılan sesli harf olan “e”yi hiç kullanmadan bir roman yazması bir mucizeydi. Ama bir diğer mucize de Cemal Yardımcı'nın aynı biçimde hiç “e” harfi kullanmadan bu romanı Türkçe'ye çevirmesiydi. Artık rahatlıkla Perec uzmanı diyebileceğimiz Cemal Yardımcı'nın son muhteşem çevirisi, Perec'in Fransızca olarak 1966 yılında yayınlanan ikinci kitabı olan Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?.

Bazı durumlarda çevirmek en az yazmak kadar takdire şayan olabiliyor. Normal, gündelik dille yazılmış metinlerde çevirmenin görevi oldukça kolaydır. Ama yazdığı dilin altını üstüne getiren, bozan, sözcüklerle oynayan, yenilerini üreten, dilin, gramerin ıcığını cıcığını çıkaran yazarların metinlerini bir başka dile çevirmek gerçekte çevirme eyleminden öte tam anlamıyla bir yeniden yazma sanatıdır. İnsanın kendi dilinde Perec'in Fransızca'da düşündüğü gibi düşünebilmeyi becerebilmesi, kendi dilinin Perec'i olması gerekir. Cemal Yardımcı bu çevirisinde de sözcüğün tam anlamıyla döktürmüş! Artık ona Cemal Perec desek yeridir. Elimizde kısa ama müthiş keyifli bir metin var. Gidonları kromajlı bir pırpırın sahibi olan Çavuş Henri Pollak Cezayir savaşının arefesinde Montparnasse'da beraber “Lukkaş, Elifor, Heygel ve bu ayarda başka ağır toplar üzerine” sohbet ettikleri arkadaşları ile birlikte, metnin sonuna kadar adı Kara'lı bir şey olarak her sayfada değişen, gerçek ismini hiç öğrenemediğimiz (Karamanlis, Karawo, Karabaş, Karafol, Karaşov, Karabinoviç, Karafon, Karaplaş, Karaschmerz, Karayorgoviç, Karabom, Karamela, Karabina, Karadigma, vs.) bir askerin savaşa gitmesini engellemek amacı ile bir plan yapmak durumunda kalır. “Bu arada, bizler, Pollak Henri'nin kafadarları, rütbesiz başıbozuklar işi örgütlemeyi üstlenmiştik.” Arkadaş grubu farklı planlar üzerinde düşünürler, tartışırlar. Acaba işe yarar bir plan üretebilecekler ve uygulayabilecekler mi? Karalberg, Karaşey, ya da Karpoşet (yoksa Karafoş muydu?) gibi bir adı olan asker Cezayir Savaşında telef olmaktan kurtulabilecek mi? Bu arada romanda sözü geçen kahramanların ve sahnelerinin çoğunun Perec'in gerçek yaşamından alındığını da belirtelim.

Bu kısa romanı müthiş bir dil ziyafeti ile okuyoruz: “Hayretler içinde kalan kulaklarıma, beni aynı anda şaşkın şabalak; sersem sepelek, allak bullak, şallak mallak, cıscıbıldak bırakan bir haber çalındı: Yüksek, Pek Yüksek Komutanlık (celle celaluhu) tarafından alınan karara göre, acilen behemehal mi, yoksa müteaddit mütekamil mütalaaları müteakiben mi alındığını kesin olarak bilmediğimiz bu karar uyarınca, Yüksek Komutanlık Muvazzaf Erat Şube Komutanı yüzbaşıya, aramızda kimlerin önümüzdeki ilk fırsatta, şanlı tarihimizle Fransız toprağı haline getirdiğimiz Afrika'nın necip tepelerini kanlarıyla sulamaya gideceğini saptayan listeyi hazırlamak gibi zahmetli bir görev vermiş bulunuyor.”

Gidonları Kromajlı Pırpır, genellikle Perec'in başyapıtları arasında sayılmıyor. Ancak Perec'in dünyasını yeni keşfedecek okur için çok uygun bir başlangıç. Perec hayranları için ise herhangi bir şey söylemeye gerek yok. Onlar için Perec'in metinleri arasında hiyerarşik bir sınıflama söz konusu olamaz. Romanı bitirince işiniz bitti sanmayınız, Perec'in kitabın sonunda size bir sürprizi var: “Belagat bahçesinin çiçekleri ve süslemeleri”. Yani “okunmuş olan metinde yazarın saptadığını sandığı söz sanatlarına ilişkin.” Hadi bakalım, çıkın işin içinden! Cemal Yardımcı bu kısa dizine de büyük mesai harcayarak sözcüklerin yeni Türkçe anlamlarının yanısıra Eski Türkçe anlamlarını da büyük bir başarı ile karşılamış.

Bu gibi metinleri bir kere okumak kesmiyor insanı, şimdi sindire sindire, keyfini çıkarta çıkarta ikinci kez okumak için müsadenizi istiyorum.