Nicedir bir ümitle, kâh fiyakalı
arka kapak tanıtım yazılarının gazı, kâh basında çıkan
pazarlama amaçlı söyleşilerin ve yüksek satışların etkisi ile
(bir romancının romanı hakkında sayfalar boyunca konuşmasını,
açıklama yapmasını da hiç anlayamam ya!) elime aldığım yeni
çıkan Türkçe romanları bir kaç sayfa okuduktan sonra görev ve
sorumluluk bilinci ile sıkıntılar içinde, hani belki biraz
güzelleşir, ne bileyim hiç olmazsa iyi bir sonla bağlanır gibi
iyi düşüncelerle bitirmeye çalışıyordum. Bir, iki, üç, dört,
derken insan eline yeni bir Türkçe roman almaya korkmaya başlıyor.
Eleştirmenlik zor iş, sürekli keçiboynuzu yemeye benziyor.
Eleştirmenlere kolaylıklar diliyorum. Benim yaptığıma eleştiri
denemez, öyle bir iddiam da yok, sadece kitap tanıtmaya
çalışıyorum.Bu ülkede iyi bir eleştirmene yöneltilecek en
haksız eleştiri herhalde “o da hiç bir şey beğenmez ki”
olmalı.
Ahmet Sipahioğlu'nun Metis'den çıkan
romanı Tepelitaklak'ı da bu halet-i ruhiye içerisinde edindim. Bir
süre yeni bir hayal kırıklığı yaşama korkusu ile bir türlü
başlayamadım. Neyse korktuğum başıma gelmedi. İyi bir romanın
sonradan, ortadan, efendim kenardan açılması iyileşmesi diye bir
şey yok. İyi roman iyi başlıyor, iyi gidiyor, iyi bitiyor.
Tepelitaklak'ı en iyi anlatan cümle
arka kapakta yer alıyor: “Teğellenmiş öykülerden oluşan bir
roman bu.” Aslında korkutucu bir cümle. Eğer öyküler
teğellenmeye pek müsait değilse böyle bir kurgu girişimi ile
ortaya garip bir şey de çıkabilir. Ama Ahmet Hoca iyi tasarımcı
ve iyi terzi. Öyküler güzel, teğelleme başarılı.
Edebiyatımızda da sinemamızda da bir derinlik ve çok katmanlılık,
çok boyutluluk problemi olduğunu düşünürüm. Genelde ortada bir
tek hikâye olur, o da şöyle böyle bir hikâyedir, işin “edebiyat
yapma”, efendim, şiirsel bir üslup tutturma, altı çizilecek,
kahramanlara aforizma olacak koca koca cümleler söylettirme sevdası
ağır basar. Vıcık vıcık romanlar okumayı seviyor, altını
çizeceğiniz, hayranlık içinde arkadaşlarınıza göndereceğiniz
ulvi cümleler arıyorsanız size göre değil bu roman.
Romanımızın kahramanları (öncelik
sırasına göre değil) İzmir kenti, Karataş semti, Urla ilçesi,
devlet ve vakıf üniversiteleri, abisi Tayyare çocukken ölünce
onun hatırasına isminin Tayyare II olması düşünülen ama sonra
Tayyar'da karar kılınan bir asistan, onun Kıbrıs Gazisi yatalak
babası, kuşlar, romana adını veren Tepelitaklak kuşu, veya
latince ismi ile Camptorhynchus Baffaius, yerli adı ile Pamuk Ördek,
bütün bunların merkezinde felsefeci, alkol bağımlısı, kuş
gözlemcisi bir üniversite profesörü Bülent Çağlar, ve onun
karısı.
Romanımız Asistan Tayyar'ın
hocasına feryadı ile açılır: Tayyar, bunca yıldır
asistanlığını yaptığı, hakkında, özel hayatının
detaylarına kadar herşeyi bildiği hocasının başta isminin
nereden geldiği olmak üzere kendisi ile ilgili hiçbir şeyi merak
etmemesine ve bilmemesine bizim aracılığımızla sitem etmektedir.
Bu vesile ile Tayyar'ın ve ailesinin kısa tarihlerini öğreniriz.
Sonra romana teğellenme sırası Urla'ya gelir. Zira Tayyar ailesi
ile birlikte Urla'da yaşamaktadır. Yazarımızın adeta bir kamera
hareketi ile Urla'daki bir pencereden uzak bir tepeye zoom yaparak
betimlemeye başladığı ve kameranın bulunduğu yer ile arasındaki
tüm detayları aktararak bulunduğu yere, ya da tüm bu manzarayı
gören gözün bulunduğu noktaya çekilmesinden ibaret kısa bölümü
( Gökyüzü, Evler ve Pencere) çok yaratıcı ve başarılı
buldum. “Kuşların Destansı Yolculuğu” bölümü ise harika.
Sipahioğlu bize sözcüklerle adeta bir kuş göçü belgeseli
izlettiriyor. Sözcüklerin gücüne bir kez daha inandım sayesinde.
Kuşların göçünü sözcüklerle betimlemek! Yazar adayları
cesaretiniz varsa deneyin. Nasıl olabileceğini de okuyarak
görebilirsiniz.
Ve teğellenme sırası İzmir'e
gelir. İzmir anlatılırken “İzmir'in kadınları” unutulur mu?
Sipahioğlu onlara da selamını yolluyor ve İzmir Üniversitelerinin
12 Eylül öncesi ve sonrası koşulları ile şekillenen kısa
tarihini de anlatıyor bize. Sonra odaklanma sırası hocamızın
yaşadığı Karataş semtine geliyor. Karataş'ın zaman içinde
değişen yapısını öğreniyoruz.
Şölen (Sempozyum) bölüm başlığı
Platon'u selam yollayarak bir özel üniversite, vakıf
üniversiteleri sayfasını açıyor. Bülent Hoca artan kredi kartı
borçlarını ödemek için kendisine ders vermesini teklif eden
vakıf üniversitesinin teklifini kabul eder ve tanıtım
toplantısına katılır. Tanıtımı yapan “tiril tiril, mevsimlik
ve pahalı görünen bir takım elbise” giymiş olan genç, atletik
dekan kusursuz bir İngilizce ile bölümünü tanıtır. Manzara
daha çok bir özel şirket toplantısını andırmaktadır.
Sahnedeki de dekandan ziyade bir Pazarlamacı gibidir.
Hocamızın alkollü maceralarına
(evde sızdığı gece ve ayıldığı sabahın anlatıldığı bölüm
de romanın zirvelerinden), asistanları toplayarak adeta zorla
götürdüğü fantastik tır parkı maceralarına ve karısının
gözünden nasıl göründüğü konularına girmeye yerimiz müsait
değil. Romanımıza adını veren bir zamanlar Bafa gölünde
yaşadığı rivayet olunan Pamuk Ördek ise ayrı bir alem!
Tepelitaklak gerçek bir sanat
eserinin yapması gereken görevi yerine getiriyor. Okurken ve
okuduktan sonra sizi bırakmıyor ve düşünmeye kışkırtıyor.
Kendisinin ne olduğunu tanımlamaya çağırıyor sizi. Farklı
katmanları, romana ustaca yerleştirilmiş, sırıtmayan sosyolojik
ve psikolojik dokunuşları ile bir dönemin mekânları, insanları
ve kurumlarına bir bakış yöneltiyor. Dilerseniz eğlenerek,
keyifle okuyabilirsiniz, dilerseniz derin düşüncelere gark
olabilirsiniz. İkisi de mümkün, tercih sizin. Edebiyatımızın
güçlü ironi damarlarından beslenen, romanımızı ileri taşıyan
sıkı bir roman.