Son yıllarda en çok tartışılan
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Bay Mo Yan, yani Bay “Konuşma”
oldu. Bay Konuşma'nın eleştirildiği, tartışıldığı nokta ise
edebi üretiminden ziyade Çinli rejim muhalifleri hakkında
konuşmaması, politik tavrı. Türkiye'de bizler ise konuşacak bir
şey bulamadık, zira Mo Yan'ı duymamıştık bile. Neyse Can
Yayınları sayesinde artık ucundan kıyısından konuşmaya
başlayabiliriz, zira “Kızıl Darı Tarlaları” kitapçı
raflarında arzı endam eyledi.
Mo Yan hakkında bilgi edinmek
isteyenler Sabit Fikir'de Melisa Kesmez'in “Yeni başlayanlar için
Mo Yan” başlıklı yazısını okuyabilirler, biz elimizden
geldiği kadarıyla kitaba eğilmeye çalışalım.
Yan, Kızıl Darı Tarlaları'nın ilk
bölümünü bir öykü olarak tasarlar ve bir dergide yayınlar.
Sonrasında dört bölüm daha yazar, bunlar da ilk olarak dergilerde
yayınlanır. 1987'de tamamı kitap olarak yayınlanır. Yönetmen
Zhang Yimou, daha roman yayınlanmadan öyküyü okur, etkilenir,
Yan'a filme çekmek istediğini belirtir. Romanın kitap olarak
yayınlanması ile aşağı yukarı eş zamanlı olarak “Red
Sorghum Clan” filmi gösterime çıkar , 1987'de Berlin'de Gümüş
Ayı ödülünü alır. İngilizce çevirisi ise 1993'te "Red
Sorghum - A Novel of China"
başlığı ile yayınlanır.
Kızıl Darı Tarlaları, İngilizce
başlığının da ifade ettiği gibi bir tür 20. yüzyıl Çin
tarihi gibi okunabilir. Ama bir tür mikro tarih elbette. Gaomi
Kuzeydoğu Bucağında üç kuşağın öyküsü. Anlatıcımız
birinci tekil şahıs diliyle Ninesi, Dedesi, Babası, ikinci Ninesi
ve bucağındaki, köylerdeki diğer insanların öykülerini
anlatıyor. Elbette döneme damgasını vuran Japon işgali,
Çinlilerin Japonlara direnişleri başrolde. Yan'ın da vurguladığı
gibi seçtiği anlatı yöntemi (yani torunu hem anlatıcı hem de
her şeyi bilen tanrı yazar olarak konumlandırmak), konusuna her
açıdan yaklaşmasını sağlıyor.
Kızıl Darı Tarlaları'nın anahtarı
Yan'ın şu sözlerinde gizli: “Yaşlılardan peri masalları,
efsaneler, savaş anıları ve tarihi öyküler dinleyerek büyüdüm.
Bunlar benim yazımın kaynağını oluşturdu, hepsini romanlarıma
koyuyorum.” “Eğer bir yazar olmasaydım bu hikayeleri lüzumsuz
bulabilirdim elbette. Ama bir yazar olarak inanılmaz derecede
değerli ve önemliler benim için. Sanırım benim romanlarımın
başkalarından çok farklı olmasının temel nedeni bu. Klasik
romanlar, öyküler okuyarak büyüseydim, Mo Yan olamazdım.”
Bu durum Çin kültürüne yabancı
bizim gibi okurlar için bir handikap teşkil ediyor. Anlatının hem
biçemi hem de içeriği çok fazla yerellikle dolu. Anlatının
gerçek anlamda algılanabilmesi için adeta Çindeki her otun,
böceğin, kuşun, doğa olayının, geleneklerin, takvimin vs. yerel
kültürdeki anlam ve önemini bilmek gerekiyor. Okuyucu romandaki
olayları, kişisel ilişkileri, insan davranışlarını yerli
yerine oturtacak kültürel ve folklorik arka planın hissiyatından
ve bilgisinden uzaksa, anlatı o okuyucu için zorunlu olarak kuru,
tatsız, sıkıcı hâle gelebilir kolaylıkla. Bundan da öte
Çincenin bir dil olarak özellikleri, Yan'ın da özellikle
folklorik, geleneksel bir dil kullanması ayrı bir bariyer
oluşturuyor.
Sanıyorum, eğer başka kitaplarını
da hazırlıyorlar ise, bu kitabı çıkış kitabı olarak seçmekle
Can Yayınları tercihini doğru kullanmamış. Nobel Jürisinin ödül
açıklamasında ödül için Yan'ın seçilmesinde en önemli
tercihlerden birisi olarak romanlarındaki “kara mizah”
belirtiliyordu. Kızıl Darı Tarlaları'nın bu çerçevede
değerlendirilebileceğini zannetmiyorum. Kara mizahYan'ın sonraki
romanlarında ve zaman içinde gelişen ve adeta Kafkaesk bir
atmosfer niteliği kazanan bir özellik. O romanlarda yerellik ve
folklorik özellikler de bu kitaba göre daha az. Dolayısıyla başka
bir romanın ilk kitap olarak seçimi okuyucuyu Yan'a ısındırmak
açısından daha doğru bir seçim olabilirdi. Bu romanın ortalama
okuyucu kitlesinin önemli bir bölümü tarafından
bitirilebileceğini zannetmiyorum. Çok başarılı bir çeviri
olduğu söylenmesine rağmen İngilizcesinin de Amazon okur
kitlesinden aldığı beğeni notunun düşüklüğü, aynı sorunun
onlar için de geçerli olduğunu gösteriyor.
Yan'ın bu romanı panoramik bir
çerçeve içerisinde Rabelaisyen (Gargantua) bir dünya kuruyor.
İnsanların, hayvanların her türlü biyolojik işlevlerinin,
sergilenmesi, canlı canlı derilerin yüzülmesi, kesilmeler,
biçilmeler, kan fışkırmaları, efsaneler, doğanın mucizeleri
anlatının temel izleklerinden birisi. Romanın kimilerince en çok
beğenilen yönlerinden birisi bu konudaki canlı betimlemeleri. Yan
filmin başarısında kitapta var olan şehvet nüvesinin üzerine
gitmesi ve cinselliği fazlasıyla öne çıkarmasının rolü
olduğunu belirtiyor. Yerelliği kullanımı açısından çok benzer
bir kulvarda yer aldığını düşünebileceğimiz Yaşar Kemal
nasıl bir basit doğa olayını sayfalarca betimliyorsa, Yan da öyle
yapıyor. Roman bir detaylar manzumesi, basit detayların şiiri
gibi. Ama bu şiirden estetik bir zevk alabilmek için Çin kültürü
ile yakın bir tanışıklık gerekiyor; bu da hâliyle bizde
olmadığı için bir süre sonra sıkıntı vermeye başlayabiliyor.
Anlatı düz bir çizgi izlemiyor,
araya sonradan bazı kahramanların öyküleri girebiliyor. Sürekli
“miş”li geçmiş zamanın kullanılması Çince'de nasıl bir
etki yaratıyor bilinmez ama Türkçe'de yansıması pek mükemmel
değil. İlk bölüm diğer bölümlere göre daha fazla sıkıcı,
Yan sonraki bölümlerde açılıyor ve daha keyifli bir anlatı
hâline dönüşüyor. Eğer ilk bölüm bitmeden sıkılmaya
başlarsanız biraz sabrediniz, belki sonraki bölümler romanın
sonunun bulmanıza yardımcı olabilir.
Bu türden romanların
değerlendirilmesinde hep olduğu gibi, bu romanın da içerisinde
her türlü farklı estetik, kültürel birikimleri barındıran
okuyucu kitlesi içinde normal bir dağılımla çok beğenen bir
azınlığın yanısıra, bir daha eline Yan almamaya karar veren bir
başka azınlığı da ortaya çıkaracağı aşikâr. Çoğunluk ise
sanırım Yan'ın romancılığı konusunda karar vermek için diğer
kitaplarının çevirilerini bekleyecek. Edebiyatla daha
profesyonelce ilgilenen okurlar bir kenara, “yaz geldi, şöyle
beni her zamanki hayatımdan çıkarıp, başka bir dünyaya
götürecek keyifli, akıcı bir roman istiyorum” diyorsanız, pek
tavsiye etmiyoruz.