Bu romanı bir başkası yazabilir
miydi? Sorunun yanıtı hayır ise sözcüğün gerçek anlamıyla
bir edebiyat eseri ile karşı karşıyayızdır. Elbette bazen
yanıtın şöyle olduğu da olur: "Hayır, kimse bu kadar kötü
bir şey yazamaz!" Yanıtın evet olduğu durumlarda bir roman
hakkında yazmak çok zor değildir. Edebiyat kisvesi altında en
fazla rastlanan olgu olan berbat romanlarda da işiniz kolaydır. Ama
bitirip masanın üzerine koyduğunuz roman peşinizi bırakmıyor,
sizi aklınızda kalan sorularla durmadan kendisine çekip duruyorsa,
yani aslında günler geçtiği halde romanı gerçekte
bitiremiyorsanız, bitiremediğiniz bir roman hakkında ne
yazabilirsiniz?
Şair Akif Kurtuluş'un ilk romanı
Mihman'ı okudum, "bitirdim". Bazı romanlara tek bir okuma
yetmez, bilirsiniz. Olay akışının heyecanı, kurgunun karışıklığı
gibi nedenlerle bazı detayları kaçırmış olabileceğinizi
düşünür, yeniden dönersiniz; ya tamamen yeniden okumaya ya da
bazı bölümlere. Ben de bitirdiğimi zannetmişim, bitmiyor. Belki
de romanın eksenini oluşturan Kürt sorunu (dileyen Türk sorunu
olarak da okuyabilir) çözülmeden bu roman bitmez. Barış gelse,
bu kez belki de bitimi ölümümüzle olacak olan kendi iç
savaşımızın bitimini bekleriz. Bu roman bütün iç savaşların
romanı.
Kurtuluş öyle bir roman çıkartmışki
ortaya, elim varmıyor romanın konusu hakkında cümleler kurmaya.
Hani aşık olduğunuzda, o aşkın tepe noktasında, o ömrünüzün
en nadide bir kaç gününde sevilen için tüm sözcüklerin
kifayetsiz geldiği bir dönem vardır ya, ne deseniz, nasıl
adlandırsanız duygularınızı ifade etmekte yetersiz kalırsınız,
işte buna benzer bir hâl. Ankara'da yaşayan orta yaşı geçmiş,
sorunlu ilişkiler yumağında bir avukat diye başlasam, Türkiye'de
30 yıldır yaşanan savaş hali desem, PKK desem, ne desem kuru ve
yavan kaçacak. O yüzden kitapla ilgili konusundan söz eden bir
tanıtım görürseniz, aman uzak durun derim. Kurtuluş yapıyı
öyle bir kurmuş ki metne dışarıdan yapılacak her tanıtım
müdahalesinin okurun okuma sürecini zedelemesi, keyfini kaçırması
riski de var. O yüzden biçimsel açıdan yaklaşalım.
268 sayfalık roman 85 bölümden
oluşuyor, yani her bölüm ortalama 3 sayfa. Söz alan karakter
sayısı 15. Bu 15 karakterin anlatımlarından, iç seslerinden
oluşuyor roman. En çok söz olan 3 karakter var: Avukat (24 bölüm)
, Müdür (16) ve Nalan (13). Şiir ve roman edebiyatın biraz zıt
kutuplarıdır; bu yüzden de birisinde iyi olanın diğer türde iyi
bir eser ürettiğine pek tanık olamayız. Şiirin ekonomisinden
romanın rahatlığına geçebilmek, ya da tersi, gerçekten zordur.
Ancak Akif Kurtuluş uzun zamandır düz yazı takımında da forma
giyiyor. Hazırlıklı ve antremanlı. Nitekim o çok ender
rastlanabilecek başarıyı yakalamış, eğer şiir'in malzemesi
sözcükler ve romanınki cümleler dersek, tek bir gereksiz cümlesi
olmayan bir roman yazmış. Romanın bir tür olarak yazarlarından
gördüğü en büyük işkencelerden birisi gereksiz gevezeliktir.
Başyapıt denen romanlarda bile, konu ya da kurgu ile ilgisi olmayan
gevezelikler bulabilirsiniz. Bunlar muhtemelen yazarın coştuğu, ya
da yazarken kendisinin çok keyif aldığı ama okuyucuyu sıkacak
bölümlerdir. Çok satan yerli romanlarımızda ise bu gereksiz
gevezelikler adeta romanın ana yapısını oluştururlar. İnsan
okurken şunu düşünmeden edemez: "Bir insan bunları
yazmaktan nasıl olur da sıkılmaz?" Üstelik bir kere de
değil, aynı biçimde onlarca roman yazan ve o romanlarla zengin
olan yazarların dünyasındayız. Demek ki çoğunluk okur bizzat
kendi hayatında yaptığı lüzumsuz gevezelikleri okumayı da
seviyor. Mihman, gerçek bir sanat eseri olarak ne ekleyecek ne de
çıkaracak hiç bir parçası olmayan bir metin olarak çıkıyor
karşımıza. Dolayısıyla bir çok satar olmayacağı kesin,
çoğunluk okur için okunamayacak derecede ağır gelecektir.
Maalesef. Mihman'ın bir yıl içinde 100.000 satabildiği bir
Türkiye'de, onurlu bir barış gerçekleşme ihtimali çok yüksek
olurdu.
Romana başlar başlamaz aklıma
Faulkner'in "Döşeğimde Ölürken"i geldi. Yapı aynı.
Farklı karakterlerin iç monologları. Bu türden romanlarda, mesela
bence Faulkner'in de (İngilizce okumadım, Türkçe çevirileri
üzerinden yapıyorum bu değerlendirmeyi) başaramadığı bir konu
vardır: her karakterin kendisine uygun bir dili, söylemi tutturmak.
Bakarsınız hizmetçi, toprak sahibi, köle, esnaf, öğrenci, hepsi
aynı dille konuşup, benzer şekillerde düşünürler. Bakış
açıları değerlendirmeleri farklıdır ama dilleriyle
farklılaşamazlar. Karakterler arası diyalogların olduğu
metinlerden söz etmiyorum, o hâliyle kolaydır. Bu farklılaşma
başarılamadığında da karakterin inşası yarım kalır, yemeğin
tuzu eksiktir. Mihman'da her karakter, tek bir kere söz alabilen
bile kendi dili, argosu, deyişleri, hassasiyetleri, vurguları ile
bir anda romanın içinden dimdik doğrulup karşınıza
dikiliveriyor. Avukat ve Müdür çok başarılı bir biçimde
resmedilmelerine rağmen, sonuçta Avukat Akif Kurtuluş'a yakın
tipler oldukları için anlayabiliyoruz ama Nezir tiplemesi gerçekten
alkışı hakediyor. Sadece 5 bölümde kendisini dinlememize rağmen,
herkesin rolünü çalıyor diyebiliriz. Roman kişilerinin ağzından
çıkan hiç bir söz bizi yabancılaştırmıyor; "bir kadın,
bir adam böyle mi konuşur, ne alâka, yazar anlattığı tiple
hayatında herhalde hiç karşılaşmamış" türünden tepki
verdiğimiz tek bir satır okumuyoruz.
Yazarın hiç ortada gözükmediği bu
yapıda, tiplemeler de son derece başarılı olunca konu
olabildiğince nesnel olarak işlenmiş oluyor. Roman kişilerine
eleştirileriniz olabilir, zaten romanın başarılı olduğunun
göstergesi de budur: Eğer roman kişisi karşınızda
eleştirilebilir, kafanızın içinde karşılıklı olarak
konuştuğunuz bir canlı gibi ortaya çıkmış ise yazar işini iyi
yapmış demektir.
Mihman, karakterlere alışıp kimin
kim olduğunu çözdükten sonra (ilk 50 sayfa) kolayca okunabilir
bir metin olarak gözüküyor. Öyle de okunabiliyor. Ama nasıl
gereksiz cümle yoksa, gereksiz ayrıntı da yok! Kurtuluş metni
yazarken iyi bir polisiye de olduğu gibi (ama romana tür olarak
polisiye diyemeyiz) ip uçlarını çaktırmadan ve çok başarılı
bir biçimde serpiştirerek ilerliyor. İlk okumada belki çok zeki
ve deneyimli polisiye okurları dışında bunların hepsini
yakalayabilecek okur sayısı az olacaktır, işiniz gerçekten zor.
Kitap uzunca bir süre elinizde kalabilir. Metinde gerçek bir
ilişkiler yumağı var, nitekim bu yumak çözülmeye başlarken ana
karakterlerden ikisi de isimleriyle arz-ı endam etmeye başlarlar.
Tesadüfler ve rastlantılar kimi romanlardaki gibi aklın ve
kurgunun sınırlarını zorlayacak türden değil.
Mihman'ın Türkçesi ise tam bir Şaire
yakışacak türden. Uzun bir şiir gibi de okuyabilirsiniz; kitaba
başlamadan önce ise Turgut Uyar'ın "Yokuş Yol" şiirini
okumayı da unutmayınız. Mihman, sadece Türkiye'de değil ,2012'de
dünyada yayınlanan en iyi romanlardan birisi.