"Kitaplar ve Sigaralar" ,
benim gibileri için bundan daha çekici bir kitap adı olabilir mi?
Hele yazarı da Orwell gibi bir isim ise. Başlık çok şey vaat
ediyor; okuma süreci bir ön hazırlığı hak ediyor: çay ya da
kahve, elbette yanında bir sigara. Ama en sonda söyleyeceğimi
başta söyleyeyim: düş kırıklığına uğradım. "Kitaplar
ve Sigaralar" ile başlayıp "Kitapçı Anılar"ı ile
devam eden bu güzel denemeler, eleştiri ile ilgili bir ara nağmeden
dümen kırıp Orwell'in çocukluk, okul ve ilk gençlik anılarına
doğru yelken açınca kendimi biraz aldatılmış hissettim.
Yayınevimiz mi seçmiş bu çekici başlığı diye orijinalini
kontrol ettim, yok, değil, üç kağıt orijinal: "Books v.
Cigarettes"
Bu şikâyetimden beğenmediğim sonucu
çıkmasın. Kitaba ismini veren ilk yazı, başlığın bende
uyandırdığı hazcı ve romantik izlenimin tam tersine oldukça
gerçekçi bir konuyu ele alıyor: kitaplar pahalı mıdır? Ya da
bahane olarak kitapların pahalı olduğunu iddia edenler haklı
mıdır? Konu evrensel olarak ele alınamaz. Orwell kendi yaşadığı
zaman ve ülkenin tartışmasını yapıyor. Bugünün Türkiyesi
için sorarsanız, Avrupa ve Amerika'ya göre pahalı derim. Ama bu
tartışma bitmez. Orwell kitapların pahalı olup olmadığını
günlük harcamalar çerçevesinde test ederken sigara harcamalarını
da hesaba katıyor. Bu romantik başlığın realist açılımı işte
o hesap.
Sonra "Kitapçı Anıları"na
geçiyoruz ki, şirin (palavra, son 30 yılda şirin bir yer kalmadı)
bir sahil kasabasında kısa bir süre de olsa sahaflık yapmış
olan birisi olarak altına hiç çekincesiz imzamı atarım: "Sahafta
çalışırken – sahafta çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda
çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap
sayfalarının arasında gezindiği bir tür cennet olarak
canlandırmanız ne kadar kolay- beni en çok etkileyen şey gerçek
kitapseverlerin ne kadar az bulunurluğu olmuştu. Dükkanımızın
olağanüstü ilginç bir kitap stoku vardı, ancak müşterilerimizin
yüzde onunun bile iyi kitabı kötü kitaptan ayırt edebildiğinden
şüpheliyim." Benim minik dükkânımda da, elbette
İngiltere'deki bir sahafla kıyaslanamaz ama, emin olun çok ilginç
bir koleksiyon vardı. 1764 baskısı Jonathan Swift'ten, Osmanlı
dönemi Galatarasay Lisesi öğrencilerine hediye edilen, mühürlü,
belgeli kitaplardan, Fransa Cumhurbaşkanı'nın Cemal Paşa'ya
ithaflı kendi kitabına kadar teoloji, tıp, edebiyat, aklınıza ne
gelirse hepsinden seçkin örneklerin yer aldığı ilginç bir
koleksiyon. İki senenin sonunda onlara anlar gözlerle bakan kişi
sayısının iki elin parmaklarını geçmediğini görünce anlamsız
bir iş yaptığım hissiyatı ile kenara çekildim. Orwell yaşasaydı
Süper market romancılığı denen bir türün
de ortaya çıktığını görürdü.
Sonra "Bir Kitap Eleştirmeninin
İtirafları" adlı bir bölüm gelmez mi? Eleştirmen değilim
ama şu satırlar yine de çok tanıdık geliyor: "Uzun süre
boyunca gelişigüzel yapılan kitap eleştirmenliği iyice nankör,
sinir bozucu ve tüketici bir iştir. Kısa bir süre sonra
göstereceğim gibi değersiz kitapları övmeyi içermekle kalmaz,
kendiliğinden duygular uyandırmayan kitaplar hakkında tepkiler
icat etmek anlamına da gelir. Eleştirmen ne kadar bıkkın olursa
olsun, mesleki açıdan kitaplarla ilgilidir ve her yıl çıkan
binlercesinin arasından muhtemelen elli ya da yüz kitap hakkında
zevkle yazabilir. Eğer mesleğinin erbabıysa bu kitapların on ya
da belki yirmisini bulabilir, ancak daha büyük olasılıkla ancak
iki ya da üçünü bulabilecektir. İşinin geri kalanı, eleştirir,
ya da yererken ne kadar dürüst olursa olsun özünde palavradır.
Ölümsüz ruhunu giderden aşağı döker, her defasında yarım
pint."
En uzun bölüm Orwell'in St Cyprians
yani okul anıları. St Cyprians 20. yüzyıl başlarında
İngiltere'de ortaya çıkan, Eton gibi çok nadide kolejlere
hazırlık okulları olarak adlandırabileceğimiz özel, paralı
okullardan birisi. Bu okulların başarısı tıpkı bizim
dershaneler gibi seçkin kolejlere yerleştirebildiği öğrenci
sayısı ile ölçüldüğü için, paralı öğrencilerin yanısıra
Orwell gibi alt orta sınıftan başarılı olabileceği düşünülen
öğrencilere de yarım burslarla kapılarını açıyormuş. St
Cyprians anıları yüzyıl başında İngiltere gibi bir ülkede
bile genelde çocuğa ve gençlere yaklaşımın nasıl olduğu,
eğitim sisteminin içeriği konusunda müthiş aydınlatıcı ve
şaşırtıcı bilgiler sunuyor. Orwell o günleri bir kâbus gibi
hatırlıyor ve yıllarca kişliğini belirlediğini, 30'lu yaşlarına
kadar etkisinden sıyrılamadığını anlatıyor. Salt okulun,
yöneticilerin, öğretmenlerin tutumları değil, aynı zamanda
çocukların kendi aralarındaki ilişkileri de belirleyen toplumsal
sınıf sisteminin ne kadar acımasız olduğunu görüyoruz.
Toplumsal sınıfların İngiltere gibi uzun bir tarihsel süreç
sonunda net olarak kurumsallaşmadığı Türkiye gibi bir ülkede
yaşamış olmak, bu anıları okuduktan sonra bir şans gibi
gelebilir insana. Sınıf atlamanın neredeyse imkânsız olduğu,
herkesin doğduğu sınıfa ait olarak öleceği, insanların
birbirlerini her şeyden önce bu sınıf ve kast sistemininin
gözlükleri ile değerlendirdiği bir toplumsal yapıdan söz
ediyoruz.
Tıpkı sahaflık, eleştirmenlik
duygudaşlığı gibi o satırlarda, ilk yıl her sabah 6'da
uyandırıldığımda "bu hafta sonu eve gittiğimde beni alın
bu okuldan" diye düşündüğüm kendi yatılılık günlerime
dönüyor, bir başka duygudaşlığı daha yaşıyorum Orwell ile:
"Eviniz mükemmellikten uzak olabilir; ama en azından korkunun
hakim olduğu, çevrenizdeki insanlar karşısında sürekli
gardınızı almanız gereken bir yer değil, sevginin hakim olduğu
bir yerdir. Sekiz yaşında birden bu sıcak yuvadan alınır ve
turnalarla dolu bir depoya fırlatılan bir Japon balığı gibi zor,
hile ve gizlilikle dolu dünyasına fırlatılıp atılırsınız.
Zorbalığın derecesi ne kadar büyük olursa olsun
çaresizsinizdir....Eve mektup yazıp ailenizden sizi okuldan
almalarını istemek daha da olanaksızdır; zira bunu yapmak,
mutsuzluğunuzu ve popüler olmadığınızı itiraf etmek anlamına
gelir, ki hiçbir oğlan bunu yapmayacaktır."
Herkese öneriyorum ama çocuğunuz
varsa mutlaka okumalısınız. Çözümler ve yanıtlar
bulamayacaksınız ama üzerinde düşünmeniz gereken ne kadar çok
konu olduğunu farkedeceksiniz.