Serhat Poyraz'ın ilk romanı Şehristan
Rivayetleri ilk satırından son satırına kadar yazarın harcadığı
emeği hissettiren romanlardan. Bir kuyumcu ustası titizliği ile
uzun süre üzerinde çalışılmış, cümle cümle işlenmiş bir
metin bu. İnsanın okuduğu metinde bu özeni hissetmesi, aynı
zamanda yazarın okuyucuya duyduğu saygıyı da hissetmesi demektir
bir bakıma. Poyraz belli ki roman sanatına gönül vermiş. Gönül
vermek gerek şarttır ama yetmez, aklını da eklemiş. Malum roman
evrenimizde çeşitli nedenlerle roman "işi"ne gönül
vermiş çok yazıcı var ama aklı da devreye sokabilen sanatçı
sayısı nadir. Belli ki roman sanatı üzerinde de düşünmüş.
Binbir şaşaa ile önümüze sürülen çalakalem yazılmış,
yüzyıllar öncesini bugünün dili ve düşünce kalıpları ile
anlatmaya kalkışan abuk subuk metinlerin roman etiketi ile çok
satanlar listelerini işgal ettiği bugünlerde, o listelerde yer
bulamaması başarısızlığının değil başarısının göstergesi
olacaktır. Poyraz her şeyden önce romanın bir dil problematiği
olduğunu kavramış. Romanda yoğun olarak kullanılan Osmanlıca,
Farsça, Arapça sözcükler salt bir giydirme işlevi görmüyor.
Eski bir dil kullanmanın böyle bir kolaylığı, cazibesi ve
etkileyiciliği vardır. Dilinizi eskittiğiniz zaman, güzel ve
farklı yazıyormuş izlenimi verebilirsiniz. Oysa nasıl
anlattığınız kadar ne anlattığınız da önemlidir. Poyraz'ın
dili göz boyamıyor, o dili sanki yıllardır kullanıyormuş, o
dilde düşünüyormuş gibi doğal ve başarılı. Fakat şunu da
hemen belirtelim bir baş yapıttan söz etmiyoruz.
Şehristan Rivayetleri kesin tarihi
verilmeyen bir zaman diliminde (ancak romanda Piştov yaygın olarak
kullanıldığına göre 17. yüzyıl olabilir) Konstantiniye /
İstanbul'da geçer. Poyraz romana iyi bir başlangıç yaparak
okuyucunun merakını tetiklemeyi ve konuyu açacağı noktaya kadar
taşımayı başarmış. Rivayete göre kökü Konstantiniye'ye
dayanan, Osmanlı döneminde de yaşamaya devam eden değişik
loncalar varmış. Bu loncalardan birisi de dönemin bir tür mafya
örgütlenmesi gibi düşünebileceğimiz kiralık katiller loncası
imiş. Anlatının kahramanı Yavuz Ali adında ergenlik sınırında
bir dilenci loncasının mensubu olan çocuk, katiller loncasının
önemli üyelerinden Kara Agop tarafından romanın heyecanlı
başlangıcını oluşturan olay vesilesi ile devşirilir. Yavuz Ali
büyük bir titizlikle atılan her adımın, alınan her kararın
titizlikle belgelendiği bu loncada uzun yıllar süren, farklı
boyutları olan ciddi bir eğitim sürecinden geçecektir. Bu süreçte
hocası Pencüyek isimli bir başka ilginç karakter olacaktır.
Poyraz anlatısını yerinde müdahalelerle dallandırıp, daha sonra
okuyucunun emek harcayarak bulması gereken bağlantı noktaları
yaratarak katmanlar oluşturmaya çalışmış. Dolayısıyla birden
fazla kahramanı olan bir hikâye var önümüzde. Romanın
başlangıcında alıntılanan pek meşhur Mısırlı düşünür
Meknûni'nin ölümü ve öldürmeyi sorgulayan paragrafı romanın
bir tür entelektüel izleğini oluşturuyor. Yani fazla kafa yormak
istemeyen okur için metin Bir Yavuz Ali ve Ali Cengiz ya da Kara
Agop – Pencüyek macerası sunarken, daha meraklı ve kafa yormayı
seven okur için başka katmanlar oluşturmaya çalışıyor. Bu
çerçevede okurken dikkatli olmak, arada şöyle bir anılan, ya da
girip çıkan, masalı, hikâyesi anlatılan karakterleri bir kenara
not almakta fayda var. Yoksa Poyraz'ın üzerinde kafa yorduğu
kurguyu çözemeyebilir, romanı bitirdiğinizde kafanızdaki soru
işaretlerini gideremeyebilirsiniz.
Romanın anlatıcısı bize ilk sayfada
şunu söylüyor: "Bu hikâyeye kimileri inanmış, kimileri
ondan ürkmüş, kimileri de gülmekten ölmüştür." Hikâyenin
ürkütücü olması bahsine pek katılmamakla birlikte, gülmek, ya
da eğlence bahsine katılıyoruz. Poyraz'ın bu zorlu metni,
kuşkusuz zaman zaman ritim sorunları yaşansa da, genel olarak,
keyifle yazdığını hissedebiliyor ve gerekli dikkati gösterirseniz
bu keyfe, tabiri caiz ise hınzırlıklara ortak olabiliyorsunuz.
Ancak tüm bu saydığımız olumlu
unsurların yanısıra romanımızın temel sorunlarından birisi
olan roman kahramanlarına, kişilerine derinlik kazandırılması,
bir nevi üç boyutlu hâle getirilebilmesi problemi bu romanda da
ortaya çıkıyor. Poyraz dil ve kurgu ile yoğun olarak uğraşırken
kişilerini ihmal etmiş. Hikâyemiz Yavuz Ali'nin, öldürme, can
alma eylemini büyük bir sorun hâline getirdiğini anlatmaya
çalışıyor ama biz bunu gerektiği şiddette hissedemiyoruz. Biz
hissedemeyince Yavuz Ali'nin ne kadar hissettiğini sorgulamaya
başlıyoruz. Beri yandan Kara Agop'da izlediğimiz değişimin
nedenlerini, keza Pencüyek'in başına gelen olayın nedenini,
kişiler arasındaki problemlerin kaynağını anlamakta güçlük
çekiyoruz, hatta pek anlayamıyoruz. Romanın kadınsız bir evren
kurduğu eleştirisini ise daha önce yapıldığı için sadece
okuyucuya hatırlatmak amacıyla değinerek geçiyoruz. Kuşkusuz
bundan 300, 400 yıl önce yaşamış insanlarda bugünün insanının
çelişkilerini, varoluşsal problemlerini arıyor değiliz, ama
roman kişilerini harekete geçiren dinamikler yeterli ağırlıkta
vurgulanamadığı zaman hikâye kendi iç dinamiklerini kazanamayıp
yazarın keyfi ile ilerleyen bir anlatıya dönüşme tehlikesi ile
karşı karşıya geliyor. Bu durum ise romandan ziyade çizgi romanı
akla getiriyor. Mâlum, meşhur edebiyat eserlerinin çizgi roman
uyarlamaları, yapısal zorunluluk nedeniyle derin kişilik
tahlillerini es geçerek, o canlı kanlı, pişmanlıklarla, aşkla,
kızıl ile karayla, suçla cezayla kavrulan kahramanları tıpkı
çizginin iki boyutu gibi düzleştirir, o güzelim romanları basit
bir Tom Miks, Texas macerasına dönüştürür. Poyraz'a, emeğine
haksızlık etmek istemem ama metni okurken zaman zaman Şehristan
Rivayetleri'nin harika bir çizgi roman olacağını düşündüm.
Poyraz kişilerin tasvirini ihmal ederken İstanbul'un harika
çizimlerini yapmayı başarmış sözcüklerin gücü ile. Kimbilir
belki (şanslı olduğumuz bir konu) çok sayıdaki yetenekli
çizerlerimizden birisinin dikkatini çeker, ilerde nefis çizimlerle
bir çizgi roman uyarlamasını okuma şansı elde ederiz. Bir ilk
roman için son derece başarılı olan Şehristan Rivayetleri ilgiyi
ve hoşgeldini hak ediyor, gönül rahatlığı ile tavsiye ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder